Paylaş
Türk Borçlar Hukukunda Koşulun Gerçekleşmesini Dürüstlük Kurallarına Aykırı Olarak Engelleme Veya Sağlama
I. Özet
TBK m. 175 hükmü, Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri arasında yer almakla, uygulamada çoğunlukla göz ardı edilmektedir. MK m. 2 hükmüne sıklıkla başvurulmasına karşılık; özel uygulama alanında dahi TBK m. 175 hükmünün ihmal edildiği gözlemlenmektedir. Bu durumun nedenlerinden biri, uygulamada yanılgıya yol açabilecek şekilde, 818 sayılı BK m. 154 hükmünün “Hileli mümanaat” kenar başlığını taşıması olduğu düşünülmektedir. Nihayet bu başlık, “Dürüstlük kurallarına aykırı engelleme” şeklinde düzeltilmiştir. Yukarıda anılan sebeple, çalışmamızda, TBK m. 175 hükmüne ilişkin genel bilgi verildikten sonra, konu genel olarak uygulamada rastlanan Yargıtay Kararları ile örneklendirilmiştir.
II. Genel Olarak
Koşul, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Borç İlişkilerinde Özel Durumlar” başlıklı dördüncü bölümünün, “Koşullar” alt başlıklı ikinci ayrımında; “A. Geciktirici Koşul (m. 170 – 172)”, “B. Bozucu Koşul (m. 173)” ve “C. Ortak Hükümler (m. 174 – 176)” başlıkları altında düzenlenmiştir. Bu çerçevede, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun “şarta bağlı borçlar (BK m. 149 – 155)” alt başlığı ile, “şart” olarak adlandırdığı bu kuruma, Türk Borçlar Kanunu ile “koşul” denilmiştir. Koşul kavramını, Türk Borçlar Kanunu’nun aynı deyimi kullandığı başka kurumlar ile karıştırmamak gerekir. Türk Borçlar Kanunu, sadece teknik anlamı ile “şarta bağlı borçlar” yönünden “koşul” terimini tercih etmemiştir; örneğin “cezaî şart” ifadesi yerine “ceza koşulu” ifadesi öngörülmüştür. Diğer yandan TBK m. 20 – 25 hükümleri arasında “genel işlem koşulları” ifadesi kullanılmıştır. Burada “şart” yerine “koşul” ifadesinin topyekûn halde tercih edilmesini, Türk Borçlar Kanunu’nun genel gerekçesine göre, terim birliğinin sağlanmasına yönelik olarak anlamak mümkün olabilir. Ancak Türk Borçlar Kanunu’nda “şart” sözcüğüne farklı hükümlerde rastlamak mümkündür (TBK m. 237 f. 1; m. 405 f. 1; m. 420 f. 2). Bu hükümlerde kanunkoyucu da “şart” sözcüğünün dilimize yerleştiği gerçeğini yokumsamamıştır. Türk Borçlar Kanunu ile diğer kanunlar arasında bu konuda bir terim birliği bulunmamaktadır. Kanaatimizce, sadece teknik anlamı ile “koşul”un, “şart” ifadesi ile yer değiştirmesi, diğer kavramlar ile koşula bağlı borç arasındaki ayrıma işaret edilmesi bakımından daha isabetli olabilirdi.
Türk Borçlar Kanunu, “koşul” kavramını tanımlamamıştır. Doktrinde, teknik anlamı ile koşul; hukukî işlemin hukukî etkisinin bağlandığı, ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olgudur. Daha ayrıntılı ifadesiyle, koşul, bir hukuki işlemin hüküm ve sonuçlar doğurmasının veya hüküm ve sonuçlarının sona ermesinin tarafların iradesi ile bağlanmış olduğu gelecekteki ve gerçekleşmesi şüpheli bir olgudur.
Doktrinde koşulun çeşitli türlerinden (olumlu koşullar – olumsuz koşullar; rastlantısal koşullar – iradî koşullar – karma koşullar vb.) söz edilmektedir. Kanunun tasnifinde koşul; geciktirici koşul (TBK m. 170) ve bozucu koşul (TBK m. 173) olmak üzere ikiye ayrılmış ve her iki tür bakımından ayrı hükümler öngörüldüğü gibi ortak hükümlere de yer verilmiştir (TBK m. 174 – 176).
Çalışmamız, yukarıda sözü edilen tüm koşul türleri ile ilgili ortak hüküm niteliğindeki TBK m. 175 hükmünün incelenmesi amacına yöneliktir. Bu bakımdan yukarıdaki genel açıklamalar dışında koşula bağlı borçların kapsamı gerektiği ölçüde ele alınmıştır.
III. Koşulun Gerçekleşmesi
Koşulun gerçekleşmesi, taraflarca tayin edilmesi sırasında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüpheli olan olgunun şimdiki zamanda olumlu koşul yönünden gerçekleşmiş ya da olumsuz koşul yönünden gerçekleşmemiş olması olayıdır. Nitekim, şimdi gerçekleşen koşulun gelecekte ortadan kalkmış olması meydana gelen hukukî durumu etkilemez. Koşulun gerçekleşmesi, geciktirici koşula bağlı sözleşmenin, aksi kararlaştırılmamışsa, koşulun gerçekleştiği andan itibaren hüküm ifade etmesini (TBK m. 170 f. 2), buna karşılık bozucu koşula bağlı sözleşme hükümlerinin koşul gerçekleştiği anda ortadan kalkmasını (TBK m. 173 f. 2) sağlar.
Koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesinde tarafların koşulun gerçekleştiğini düşünmelerinin bir önemi yoktur. Koşulun gerçekleştiğinin objektif olarak belirlenebilmesi gerekir. Bu yönüyle koşulun kapsamı ve tahakkuk edip etmediği hususunun, taraf iradelerinin yorumlanması ile belirlenebilmesi mümkündür. Von Tuhr, özellikle koşul konusunda, tarafların sıklıkla pek açık olmayan bir tarzda fikirlerini beyan ve ifade ettiklerine veya kullandıkları ifadelerin kapsam ve önemini tamamen ve dikkatle tayin etmediklerine dikkat çekmektedir. Bu tür yorum gerektirir hallerde, tamamen lafzi yorumun tarafların gerçek iradesiyle veya dürüstlük kuralı ile örtüşmeyeceği açıktır (TBK m. 19 f. 1).
TBK m. 174 hükmünün, “I. Koşulun Gerçekleşmesi” başlığı altında düzenleme alanı bulduğu görülmektedir. TBK m. 174 hükmüne göre, “Koşul, taraflardan birinin bizzat yerine getirmesi gerekli bir davranış değilse, o tarafın ölümü hâlinde mirasçısı onun yerine geçebilir”. Görüldüğü üzere söz konusu hüküm, taraflardan birinin bizzat yerine getirmesi gerekli olmayan koşula bağlı işlemlerde “tarafların ölümü” halinde “mirasçıların taraf yerine geçmesi” durumunu düzenlemektedir. Bunun dışında koşulun gerçekleşmesine ilişkin bir hüküm ihtiva etmeyen TBK m. 174 hükmünün sadece yukarıda anılan tek fıkradan oluşmasının, koşulun gerçekleşmesine ilişkin hüküm ve sonuçların koşullara ilişkin diğer hükümlerde düzenlenmiş olmasından ileri geldiği söylenebilir. Buna rağmen, “Koşulun Gerçekleşmesi” şeklindeki genel bir başlığın altında; sadece “Tarafların Ölümü” halinin koşula bağlı işlemlerde yaratacağı sonucun düzenlenmesinin başlık ve hüküm arasında uyumsuzluk meydana getirdiği kanaatindeyiz.
Koşulun gerçekleşmiş sayılması durumunda, ne zaman gerçekleşmiş sayılacağı hususunda TBK m. 175 hükmü bir açıklık getirmemektedir. Bu durumda, süreyle kayıtlı koşulların vadenin dolduğu, diğer durumlarda koşulu engelleyen davranışın yapıldığı an koşulu gerçekleşmiş saymak mümkündür.
IV.Koşulun Gerçekleşmesini Dürüstlük Kurallarına Aykırı Olarak Engelleme Veya Sağlama (TBK m. 175)
- Genel Olarak
Koşula bağlı bir hakkı elde etmiş olan tarafın ümidini (spes obligationis) kıracak şekilde hareket eden kişi koşulun gerçekleşmesini engeller veya sağlarsa, koşul gerçekleşmiş sayılır ve hukukî işlem koşul gerçekleşmiş gibi işlem görür. “İtibari gerçekleşme” ismi altında çağdaş hukuklarda benimsenen bu hüküm, TBK m. 175 hükmü ile, “dürüstlük kurallarına aykırı engelleme” şeklinde ifade edilmiştir.
TBK m. 175 hükmü, “II. Dürüstlük kurallarına aykırı engelleme” başlığı altında düzenlenmiştir. Söz konusu başlığın sınırları, sadece, TBK m. 175 f. 1 hükmünü karşılamış; TBK m. 172 f. 2 hükmü, kenar başlığının sınırı dışında kalmıştır. Koşulun gerçekleşmesinin dürüstlük kuralına aykırı biçimde sağlanmasının da, “Dürüstlük Kurallarına aykırı” bir tür “engelleme” kabul edilebileceği ve bu anlamda kenar başlığının hükmün tamamını kapsayıcı olduğu bir an için düşünülebilir. Ne var ki TBK m. 175 f. 2 hükmünün eklenmesine yönelik gerekçede, “Eklenen ikinci fıkrada, taraflardan birinin, koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı biçimde sağlaması durumunda, koşulun gerçekleşmemiş sayılacağı öngörülmektedir. Gerçekten, dürüstlük kurallarına aykırılık sadece koşulun gerçekleşmesinin engellenmesinde değil, koşulun gerçekleşmesinin sağlanmasında da söz konusu olabilir.” denilmiştir. Gerekçedeki bu açıklamalar, hüküm başlığındaki “engelleme” ifadesinin, eklenen ikinci fıkradaki sağlama durumunu kapsayıcı olmadığını ortaya koymaktadır.
TBK m. 175’e göre, “ Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesine dürüstlük kurallarına aykırı olarak engel olursa, koşul gerçekleşmiş sayılır (f.1). Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı biçimde sağlarsa, koşul gerçekleşmemiş sayılır (f. 2).” Burada kanunkoyucu tarafından öngörülen bir varsayım (fiksiyon) söz konusu olduğundan, kanun tarafından varsayılarak koşulun gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi mertebesine eşit sayılan durumun aksinin ispatı mümkün olmaz. TBK m. 175 hükmü ile öngörülen varsayıma dayanan taraf, artık koşulun gerçekleştiği ya da gerçekleşmediği hususunu tartışmak zorunda değildir; o sadece diğer tarafın koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı olarak engellediğini veya sağladığını ispat yükü altındadır.
- TBK m. 175 Hükmünün Unsurları
TBK m. 175 hükmünün uygulanması için üç unsurun varlığı aranır.
- Koşulun gerçekleşmesini engelleme veya sağlama: Koşulun gerçekleşmesini engelleyecek ya da sağlayacak olan taraf koşullu işlemin tarafı olup, üçüncü bir kişi vasıtasıyla da bu fiili gerçekleştirmiş olması mümkündür. Koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması aktif bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi pasif (ihmali) bir davranışla da gerçekleştirilebilir.
- Engelleme veya sağlamanın dürüstlük kurallarına aykırı olması: TBK m. 175, dürüstlük kurallarına aykırı olarak koşulun gerçekleşmesine engel olma (f. 1) veya sağlama (f. 2) durumlarını ele almaktadır. Anılan durumların dürüst davranma bağlamında, MK m. 2 hükmü ile doğruluk ve güven kuralları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir: “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır (f. 1). Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz (f. 2).”
Taraflar koşulun gerçekleşmesine engel olabilir mi? Aybay, bu soruya kural olarak olumlu cevap verilebileceğini ifade etmekle, bunun sınırının TBK m. 175 hükmü ile anlaşılması gerektiğini şu cümlelerle aktarmaktadır: “Fakat, koşula engel olmak, tarafların ortak niyetlerine ve sözleşmenin mahiyetine göre, iyiniyet kurallarına aykırı ise, bu hareket tarzı makbul sayılmayacaktır”. Ancak koşula bağlı sözleşmenin tarafı haline gelen kimsenin, koşulun gerçekleşmesine engel olması, sıklıkla dürüstlük kuralına aykırı amacının sonucu olarak görülmektedir. Bu bakımdan koşulu engelleme ya da sağlama bir hakkın kullanılması mahiyetini taşıyor ise, hakkın kötüye kullanılması söz konusu olmadıkça dürüstlük kurallarına aykırılıktan söz edilemez. Anılan çerçevede hangi davranışın dürüstlük kuralına aykırılık teşkil ettiği somut olay özelliğine göre değişir. Dürüstlük kuralına aykırılık unsurunun bulunması, kasıtlı davranışlarla sınırlı olmayıp, ihmali bir davranışla da mümkün olabilir. Ne var ki, ortada pasif iradî koşul varsa, borçlunun bu koşulu yerine getirmemiş olması, doğruluk ve güven kurallarına aykırı bir davranış olarak nitelenemez. Dürüstlük kuralı, taraflardan birinin koşulun gerçekleşmesine imkân vermek için kendi menfaatlerini feda etmesini gerektirmez. TBK m. 175 hükmü, koşulun taraflardan birisince hukuka aykırı bir davranışla gerçekleştirilmesi durumunda da uygulanır.
- Nedensellik Bağı: Dürüstlük kuralına aykırı davranış ile koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunması gerekir.
Burada olaylar olağan akışına bırakılsaydı veya sözleşme ile koşulun gerçekleşmesi hususunda yükümlülük altına giren taraf yükümlülüğünü ihmal etmeseydi gerçekleşebilecek olan koşulun gerçekleşmemesi; dürüstlük kuralına aykırı davranış ile koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunduğuna işaret eder. Ancak olağan akışı engelleyen husus mücbir sebep gibi işlem tarafı ile ilgisiz bir nedenden kaynaklanmış ise, TBK m. 175 hükmünün uygulanması söz konusu olamaz.
- TBK m. 175 Hükmünün Uygulanmasına İlişkin Yargıtay Uygulamaları
TBK m. 175 hükmü, Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri arasında yer almakla, söz konusu hükmün uygulanması gerekli ihtilaflarda dahi göz ardı edildiği gözlemlenmektedir. İçtihat araştırmalarında, 818 sayılı BK döneminde, BK m. 154 hükmünün çeşitli vesilelerle (yerel mahkeme kararında veya taraf savunmalarında geçmesi nedeni ile) anıldığı kararlar dahi oldukça azdır. Bu bakımdan hükmün yansıdığı Yargıtay Kararları aşağıda örnek olarak sıralanmıştır:
- Avukatlık Sözleşmesinde, avukatı mahkemenin belirleyeceği avukatlık ücretinden yoksun bırakmak amacı ile vekillikten uzaklaştırma durumunda, BK m. 154 (TBK m. 175) hükmünün getirdiği çözümün gözetilmemiş olması, Yargıtay’ın bir kararında bozma sebebi olarak görülmüştür:
<<Çekişme, davanın kazanılması halinde hasmın davalı müvekkile ödeme zorunda olduğu ve sözleşme gereği avukata ait olan vekalet ücretini vekilin müvekkilinden istemede haklı olup olmadığı noktasında toplanmakta, bu husus dava konusu teşkil etmektedir. Gerçekte sözü geçen ücretin istenmesi ve borcun mevcudiyeti Borçlar Kanununun 149 uncu maddesinde belirtildiği gibi meşkuk bir hadisenin tahakkukuna yani (davanın kazanılması) şartına bağlı tutulmuştur. Taraflar arasında çıkan bu uyuşmazlığa Borçlar Kanununun 154 üncü madde buyruğu çözüm getirmektedir. Orada şartın tahakkukuna iki taraftan biri hüsnüniyet kaidelerine muhalif bir hareketle mani olursa o şart tahakkuk etmiş addolunur, denilmektedir. Hal böyle olunca, 154 üncü maddede benimsenen ilke uyarınca davalı müvekkilinin ücret sözleşmesinde benimsenen ilke uyarınca davalı müvekkilinin ücret sözleşmesinde öngörülen taliki şarta bağlı ücreti ödememek ve davacıyı bu tutardan yoksun bırakmak amacı ile ve iyi niyetle bağdaşmayan bir tutum içinde vekaletten azil yoluna gidip gitmediği araştırılarak hasıl olacak uygun sonuç çevresinde karar verilmek gerekirken eksik inceleme ile yazılı biçimde direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır >>.
- Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesinde, ferağın tapuların verilmesi koşuluna bağlandığı ve BK m. 154 (TBK m. 175) hükmü kapsamında inceleme yapılmamasının eksik inceleme olduğu gerekçesi, Yargıtay’ın bir kararında bozma sebebi olarak görülmüştür:
<<Dava, 13.06.2001 ve 18.10.2001 tarihli biçimine uygun düzenlenen taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davalı, sözleşmenin şarta bağlı olarak düzenlendiğini, sözleşmedeki şartın henüz tahakkuk etmediğini, açılan davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, dava kabul edilmiştir. Hükmü, davalı temyiz etmiştir. Davada dayanılan 18.10.2001 tarihli sözleşmenin 2. sayfasında aynen ‘inşaatın tamamlanıp tapuların tarafıma verilmesine müteakip ben de alıcısına inşaatın tamamlanmasından sonra dilediği bir tarihte … resmi ferağı vereceğimi’ sözleri bulunmaktadır. Görülüyor ki akit, meşkuk bir hadisenin tahakkukuna talik edilmiş bulunmaktadır. Gerçekten, Borçlar Kanunu’nun 149. maddesi uyarınca, bir akdin mevzuunu teşkil eden borcun mevcudiyeti meşkuk bir hadisenin tahakkukuna talik edilmiş ise o akit, şarta bağlı olarak yapılmış sözleşme olarak kabul edilir ve akit ancak şartın tahakkuku anından itibaren hüküm ifade eder. Fakat, aynı Yasa’nın 154. maddesine göre de, şartın tahakkukuna iki taraftan biri iyiniyet kuralına aykırı şekilde mani olmakta ise, o şart tahakkuk etmiş kabul edilir. Mahkemece, yukarıda değinilen yasa kuralları üzerinde durulmamış, sözleşmede kararlaştırılan şartın gerçekleşip gerçekleşmediği taraflardan bilgi alınarak ve gösterirlerse delilleri toplanılarak araştırılmamıştır. Eksik inceleme ve araştırmaya dayalı karar açıklanan nedenle bozulmalıdır>>.
- Hizmet Sözleşmesine dayalı işe iade davasına ilişkin bir Yargıtay kararında da, Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonunda, 818 sayılı Borçlar Kanununun 154. maddesi ve aynı şekilde 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 175. maddesi kapsamında, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verildiği ve MK m. 2 hükmü kapsamında oy çokluğu ile kararın onandığı görülmüştür. Karşı oy yazısında ise, TBK m. 175 hükmünün, yasal koşul (condictio iuris) yönünden, özel hükmün varlığı karşısında, kıyasen dahi uygulanamayacağı yönünde şu gerekçelere yer verilmiştir:
<<Medeni Kanun’un 2. maddesinin özel bir görünümü olan Türk Borçlar Kanunu’nun 175. maddesine (eski Borçlar Kanunu’nun 154. md. ) göre bir şartın gerçekleşmesine iki taraftan biri doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı davranışla engel olursa o şartın gerçekleşmiş sayılacağı öngörülmüş ise de yasada şart kavramını içeren düzenlemeler bütün olarak değerlendirildiğinde “şartın” kanun hükmünden değil, işlemi yapan tarafların irade beyanlarından kaynaklanması gerektiği açıktır. BK’da bu bağlamda düzenlenen müessese, sözleşmenin tarafların iradesiyle şarta bağlı akdedilmesi hali olup, bir kanun hükmünden doğan hukukî şart (condictio iuris) değildir ve bu kavram esasen gerçek anlamda şart da değildir (EREN, F., Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul 2006 s. 1115-1119). Eldeki uyuşmazlıkta altı aylık kıdem koşulunun dayanağı hukuksal işlem olmayıp İş Kanunu’nun 18. maddesi olduğundan ve bizatihi yasanın uygulama alanının sınırlarını çizdiğinden kıyasen dahi uygulama olanağı bulunmadığı gibi fesih hakkının kötüye kullanılması halinde aynı yasanın 17. maddesinde getirilmiş bulunan kötüniyet tazminatı hükmü dikkate alındığında özel yasada düzenleme bulunan halde genel hükümlere dayanılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmektedir>>.
- İnançlı işleme ilişkin bir Yargıtay kararında da BK m. 154 (TBK m. 175) hükmü kapsamında inceleme yapılmaması bozma nedeni olarak görülmüştür:
<<Dava, taraflar arasında akdedilmiş bulunan 29.07.2009 tarihli protokolle üstlenilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle bu protokolden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir. Ancak davacının şirket envanterinde kayıtlı bulunan 4 adet araç ve protokolde sözü edilen taşınmazla ilgili alacak istemleri bakımından mahkemece yapılan inceleme yeterli değildir. Şöyle ki protokolde öncesi davacının annesine ait olan taşınmazın inançlı bir temlik sözleşmesiyle davalılardan Ali Yıldırım’a devredildiği, bu taşınmaz üzerinde ipotek tesis edilmek suretiyle bankadan alınan konut kredisinin davalı şirkete kaynak olarak aktarıldığı, söz konusu kredi borcunun hisse devrinden sonra kalan taksit ödemelerinin davalılardan Cafer Kolacı ve davalı şirket tarafından üstlenildiği, kredi borcu taksitleri hitama erdiğinde (ödendiğinde) söz konusu taşınmazın davalılardan Ali Yıldırım tarafından davacıya veya davacının göstereceği kişi adına devredileceğinin kararlaştırıldığı dosyaya mübrez protokol hükümlerinden anlaşıldığı gibi bu husus gerek mahkemenin gerek tarafların kabulündedir. Davacı, davalıların protokol kredi borcunu ödeme yükümlülüğü altına giren davalı Cafer Kolacı ve davalı şirket tarafından bu edimlerin yerine getirilmemesi sebebiyle ilgili banka tarafından kredi borcunun tümünün muaccel kılınarak taşınmaz ipoteğinin paraya çevrilmesi için icra takibine girişildiğini ileri sürmüş ise de, mahkemece sözleşmede kredi borcuyla ilgili bilgi ve belgelerle varlığı ileri sürülen ipotekli takibe ilişkin dosya celbedilmeyerek sözleşme kredi taksitlerinin tümünün henüz vadesi gelmediğinden bahisle taraflar arasında mevcut protokolde taşınmazın davacıya iadesi için gereken şartın dava tarihi itibariyle gerçekleşmediğinden bahisle bu alacak talebinin reddine karar verilmiştir. Halbuki BK 154 üncü maddesi şarta bağlı borçlarda şartın tahakkukuna iki taraftan biri iyiniyet kurallarına aykırı olarak mani olursa o şartın tahakkuk etmiş addolunacağı hükmünü içermektedir. Bu durumda mahkemece davacının bu yoldaki tüm delilleri toplanarak söz konusu yasa maddesi çerçevesinde şartın tahakkuk etmiş sayılıp sayılmayacağı değerlendirilmeksizin bu alacak kesimine yönelik davanın reddi doğru olmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir>>.
- Simsarlık sözleşmesinde, TBK m. 521 f.1 gereğince, “Simsar, ancak yaptığı faaliyet sonucunda sözleşme kurulursa ücrete hak kazanır.” Görüldüğü üzere, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, simsarın ücreti hak etme zamanı asıl sözleşmenin kurulması yönündeki yasal koşula (condictio iuris) bağlanmıştır. Ancak iş sahibinin ücret borcundan kaçınmak için simsarı aradan çıkararak üçüncü kişiyle sözleşme yapması gibi durumlarda TBK m. 175 f. 1’in kıyasen uygulanmasıyla simsar ücrete hak kazanır. Nitekim iş sahibinin, dürüstlük kuralına aykırı şekilde, asıl sözleşmenin kurulmasına yönelik olarak yasal koşulun gerçekleşmesine engel olduğu durumlarda, koşul gerçekleşmiş varsayılarak, simsarın ücreti talep hakkının bulunduğu kabul edilir. Örneğin, Federal Mahkeme, simsarın gösterdiği üçüncü kişinin kurduğu bir şirket tarafından aynı sözleşmenin yapılması durumunda, simsarın ücrete hak kazanacağını kabul etmiştir.
Uygulamada iş sahibinin simsara ücret ödememek için asıl sözleşmeye taraf olmamakla birlikte arasında sıkı bağ olan diğer bir kimse ile asıl sözleşmenin kurulmasını temin etmesi sıkça karşılaşılan bir olgudur. Çoğunlukla iş sahibi ile ailevi bağları olan kimselerin (anne, baba, kardeş, eş vb.) asıl sözleşmeye taraf olarak simsarın faaliyetini sonuçsuz bıraktıkları durumlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Kanaatimizce, somut olay özelliğine göre iş sahibinin davranışı TBK m. 521 f.1’deki yasal koşulu engellemeye yönelikse ve dürüstlük kuralına aykırıysa; TBK m. 175 f. 1 hükmünün kıyasen uygulanmasıyla simsar ücrete hak kazanır. Simsarlık sözleşmesine, iş sahibinin yakınlarının asıl sözleşmeye taraf olması durumunda simsarın ücrete hak kazanacağı yönünde bir kaydın konulması, bu tür durumlar için gerekli bile değildir. Yargıtay’ın iş sahibi ile bağı olan üçüncü kişilerin asıl sözleşmeyi akdettiği hallerde ücrete hak kazanılması için psikolojik nedensellik bağı yerine mutlak olarak sözleşmede bu hususun kararlaştırılmasını araması isabetli değildir[32].
- Beğenme (tecrübe veya muayene şartıyla) koşuluyla satış sözleşmesi, TBK m. 249 hükmü ile, “alıcının satılanı deneyerek veya gözden geçirerek beğenmesi koşuluyla yapılan satış” olarak tanımlanmıştır. Böylece, beğenme koşuluyla yapılan satışta, alıcı kendi iradesiyle malı beğenmemek suretiyle kendi borcunun doğumuna engel olabilir.
Beğenme (tecrübe veya muayene şartıyla) koşuluyla satış sözleşmesine, TBK m. 175 hükmünün tatbik edilmesi mümkün görülmemektedir. Kaldı ki, dürüstlük kuralına aykırılık iddiasının ileri sürülebileceği, alıcının zımni kabulü sayılabilecek durumlar, kanun koyucu tarafından özel olarak düzenlenmiştir. Beğenme koşulunun gerçekleşmiş sayılması, TBK m. 252 f. 2’de; “Alıcının, herhangi bir çekince belirtmeksizin satış bedelinin tamamını veya bir kısmını ödemesiyle ya da satılanı deneme veya gözden geçirme amacını aşacak biçimde kullanmasıyla da beğenme koşulu gerçekleşmiş olur.” denilmek suretiyle özel olarak düzenlenmiştir.
Beğenme koşuluyla satışta alıcı, tamamen sübjektif olarak kendi isteğine göre kararını verebilmekte, reddinin sebebini veya gerekçesini açıklamaya dahi mecbur tutulamamaktadır[34]. Gerçekten, TBK m. 250 f. 1 hükmüne göre, “Beğenme koşuluyla satışta alıcı, satılanı kabul etmekte veya hiçbir sebep göstermeksizin geri vermekte serbesttir.” Bu sözleşmede belirtilen koşulun teknik anlamda koşul olmadığı da doktrinde ileri sürülmektedir; hatta alıcının yaptığı deneme veya gözden geçirmesine bile gerek olmadığı, herhangi bir gerekçe göstermeden beğenmediğini söylemesinin olanaklı olduğu kabul edilmektedir.
V. Sonuç
Koşulun gerçekleşmesi, taraflarca tayin edilmesi sırasında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüpheli olan olgunun şimdiki zamanda olumlu koşul yönünden gerçekleşmiş ya da olumsuz koşul yönünden gerçekleşmemiş olması olayıdır.
TBK m. 175’e göre, “ Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesine dürüstlük kurallarına aykırı olarak engel olursa, koşul gerçekleşmiş sayılır (f.1). Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı biçimde sağlarsa, koşul gerçekleşmemiş sayılır (f. 2).” Burada kanunkoyucu tarafından öngörülen bir varsayım (fiksiyon) söz konusudur. TBK m. 175 hükmü ile öngörülen varsayıma dayanan taraf, artık koşulun gerçekleştiği ya da gerçekleşmediği hususunu tartışmak zorunda değildir; o sadece diğer tarafın koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı olarak engellediğini veya sağladığını ispat yükü altındadır. Burada olaylar olağan akışına bırakılsaydı veya sözleşme ile koşulun gerçekleşmesi hususunda yükümlülük altına giren taraf yükümlülüğünü ihmal etmeseydi gerçekleşebilecek olan koşulun gerçekleşmemesi; dürüstlük kuralına aykırı davranış ile koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunduğuna işaret eder.
TBK m. 175 hükmü, Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri arasında yer almakla, söz konusu hükmün uygulanmasının gerekli ihtilaflarda dahi göz ardı edildiği gözlemlenmektedir. İçtihat araştırmalarında, 818 sayılı BK döneminde, BK m. 154 hükmünün çeşitli vesilelerle anıldığı kararlar dahi oldukça azdır.
Sonuçta, TBK m. 175 hükmünün koşula bağlı borçlarda unsurları gerçekleştiğinde doğrudan, hukukî koşulun (condictio iuris) varlığı halinde ise kıyasen uygulanma imkânı olabilmektedir. Burada sadece hükmün uygulanma alanı sözleşme ilişkileri üzerinden örneklendirilmiştir. Hangi hareketlerin dürüstlük kuralına aykırı düşeceği ve hangi hallerde TBK m. 175 hükmünün uygulama alanı bulacağı, kesin değildir; her olayı kendi özellikleri içinde ele almak gerekir. Ancak dürüstlük kurallarına aykırılık hallerinde, TBK m. 175 hükmünün unsurlarının olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti, somut olay yönünden varılacak sonucu da tamamen etkileyecek olan bir “fiksiyon”dan yararlanma imkanı bakımından büyük önem arz etmektedir.
Türk Borçlar Hukukunda Koşulun Gerçekleşmesini Dürüstlük Kurallarına Aykırı Olarak Engelleme Veya Sağlama
I. Özet
TBK m. 175 hükmü, Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri arasında yer almakla, uygulamada çoğunlukla göz ardı edilmektedir. MK m. 2 hükmüne sıklıkla başvurulmasına karşılık; özel uygulama alanında dahi TBK m. 175 hükmünün ihmal edildiği gözlemlenmektedir. Bu durumun nedenlerinden biri, uygulamada yanılgıya yol açabilecek şekilde, 818 sayılı BK m. 154 hükmünün “Hileli mümanaat” kenar başlığını taşıması olduğu düşünülmektedir. Nihayet bu başlık, “Dürüstlük kurallarına aykırı engelleme” şeklinde düzeltilmiştir. Yukarıda anılan sebeple, çalışmamızda, TBK m. 175 hükmüne ilişkin genel bilgi verildikten sonra, konu genel olarak uygulamada rastlanan Yargıtay Kararları ile örneklendirilmiştir.
II. Genel Olarak
Koşul, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Borç İlişkilerinde Özel Durumlar” başlıklı dördüncü bölümünün, “Koşullar” alt başlıklı ikinci ayrımında; “A. Geciktirici Koşul (m. 170 – 172)”, “B. Bozucu Koşul (m. 173)” ve “C. Ortak Hükümler (m. 174 – 176)” başlıkları altında düzenlenmiştir. Bu çerçevede, 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun “şarta bağlı borçlar (BK m. 149 – 155)” alt başlığı ile, “şart” olarak adlandırdığı bu kuruma, Türk Borçlar Kanunu ile “koşul” denilmiştir. Koşul kavramını, Türk Borçlar Kanunu’nun aynı deyimi kullandığı başka kurumlar ile karıştırmamak gerekir. Türk Borçlar Kanunu, sadece teknik anlamı ile “şarta bağlı borçlar” yönünden “koşul” terimini tercih etmemiştir; örneğin “cezaî şart” ifadesi yerine “ceza koşulu” ifadesi öngörülmüştür. Diğer yandan TBK m. 20 – 25 hükümleri arasında “genel işlem koşulları” ifadesi kullanılmıştır. Burada “şart” yerine “koşul” ifadesinin topyekûn halde tercih edilmesini, Türk Borçlar Kanunu’nun genel gerekçesine göre, terim birliğinin sağlanmasına yönelik olarak anlamak mümkün olabilir. Ancak Türk Borçlar Kanunu’nda “şart” sözcüğüne farklı hükümlerde rastlamak mümkündür (TBK m. 237 f. 1; m. 405 f. 1; m. 420 f. 2). Bu hükümlerde kanunkoyucu da “şart” sözcüğünün dilimize yerleştiği gerçeğini yokumsamamıştır. Türk Borçlar Kanunu ile diğer kanunlar arasında bu konuda bir terim birliği bulunmamaktadır. Kanaatimizce, sadece teknik anlamı ile “koşul”un, “şart” ifadesi ile yer değiştirmesi, diğer kavramlar ile koşula bağlı borç arasındaki ayrıma işaret edilmesi bakımından daha isabetli olabilirdi.
Türk Borçlar Kanunu, “koşul” kavramını tanımlamamıştır. Doktrinde, teknik anlamı ile koşul; hukukî işlemin hukukî etkisinin bağlandığı, ileride gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen bir olgudur. Daha ayrıntılı ifadesiyle, koşul, bir hukuki işlemin hüküm ve sonuçlar doğurmasının veya hüküm ve sonuçlarının sona ermesinin tarafların iradesi ile bağlanmış olduğu gelecekteki ve gerçekleşmesi şüpheli bir olgudur.
Doktrinde koşulun çeşitli türlerinden (olumlu koşullar – olumsuz koşullar; rastlantısal koşullar – iradî koşullar – karma koşullar vb.) söz edilmektedir. Kanunun tasnifinde koşul; geciktirici koşul (TBK m. 170) ve bozucu koşul (TBK m. 173) olmak üzere ikiye ayrılmış ve her iki tür bakımından ayrı hükümler öngörüldüğü gibi ortak hükümlere de yer verilmiştir (TBK m. 174 – 176).
Çalışmamız, yukarıda sözü edilen tüm koşul türleri ile ilgili ortak hüküm niteliğindeki TBK m. 175 hükmünün incelenmesi amacına yöneliktir. Bu bakımdan yukarıdaki genel açıklamalar dışında koşula bağlı borçların kapsamı gerektiği ölçüde ele alınmıştır.
III. Koşulun Gerçekleşmesi
Koşulun gerçekleşmesi, taraflarca tayin edilmesi sırasında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüpheli olan olgunun şimdiki zamanda olumlu koşul yönünden gerçekleşmiş ya da olumsuz koşul yönünden gerçekleşmemiş olması olayıdır. Nitekim, şimdi gerçekleşen koşulun gelecekte ortadan kalkmış olması meydana gelen hukukî durumu etkilemez. Koşulun gerçekleşmesi, geciktirici koşula bağlı sözleşmenin, aksi kararlaştırılmamışsa, koşulun gerçekleştiği andan itibaren hüküm ifade etmesini (TBK m. 170 f. 2), buna karşılık bozucu koşula bağlı sözleşme hükümlerinin koşul gerçekleştiği anda ortadan kalkmasını (TBK m. 173 f. 2) sağlar.
Koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesinde tarafların koşulun gerçekleştiğini düşünmelerinin bir önemi yoktur. Koşulun gerçekleştiğinin objektif olarak belirlenebilmesi gerekir. Bu yönüyle koşulun kapsamı ve tahakkuk edip etmediği hususunun, taraf iradelerinin yorumlanması ile belirlenebilmesi mümkündür. Von Tuhr, özellikle koşul konusunda, tarafların sıklıkla pek açık olmayan bir tarzda fikirlerini beyan ve ifade ettiklerine veya kullandıkları ifadelerin kapsam ve önemini tamamen ve dikkatle tayin etmediklerine dikkat çekmektedir. Bu tür yorum gerektirir hallerde, tamamen lafzi yorumun tarafların gerçek iradesiyle veya dürüstlük kuralı ile örtüşmeyeceği açıktır (TBK m. 19 f. 1).
TBK m. 174 hükmünün, “I. Koşulun Gerçekleşmesi” başlığı altında düzenleme alanı bulduğu görülmektedir. TBK m. 174 hükmüne göre, “Koşul, taraflardan birinin bizzat yerine getirmesi gerekli bir davranış değilse, o tarafın ölümü hâlinde mirasçısı onun yerine geçebilir”. Görüldüğü üzere söz konusu hüküm, taraflardan birinin bizzat yerine getirmesi gerekli olmayan koşula bağlı işlemlerde “tarafların ölümü” halinde “mirasçıların taraf yerine geçmesi” durumunu düzenlemektedir. Bunun dışında koşulun gerçekleşmesine ilişkin bir hüküm ihtiva etmeyen TBK m. 174 hükmünün sadece yukarıda anılan tek fıkradan oluşmasının, koşulun gerçekleşmesine ilişkin hüküm ve sonuçların koşullara ilişkin diğer hükümlerde düzenlenmiş olmasından ileri geldiği söylenebilir. Buna rağmen, “Koşulun Gerçekleşmesi” şeklindeki genel bir başlığın altında; sadece “Tarafların Ölümü” halinin koşula bağlı işlemlerde yaratacağı sonucun düzenlenmesinin başlık ve hüküm arasında uyumsuzluk meydana getirdiği kanaatindeyiz.
Koşulun gerçekleşmiş sayılması durumunda, ne zaman gerçekleşmiş sayılacağı hususunda TBK m. 175 hükmü bir açıklık getirmemektedir. Bu durumda, süreyle kayıtlı koşulların vadenin dolduğu, diğer durumlarda koşulu engelleyen davranışın yapıldığı an koşulu gerçekleşmiş saymak mümkündür.
IV.Koşulun Gerçekleşmesini Dürüstlük Kurallarına Aykırı Olarak Engelleme Veya Sağlama (TBK m. 175)
- Genel Olarak
Koşula bağlı bir hakkı elde etmiş olan tarafın ümidini (spes obligationis) kıracak şekilde hareket eden kişi koşulun gerçekleşmesini engeller veya sağlarsa, koşul gerçekleşmiş sayılır ve hukukî işlem koşul gerçekleşmiş gibi işlem görür. “İtibari gerçekleşme” ismi altında çağdaş hukuklarda benimsenen bu hüküm, TBK m. 175 hükmü ile, “dürüstlük kurallarına aykırı engelleme” şeklinde ifade edilmiştir.
TBK m. 175 hükmü, “II. Dürüstlük kurallarına aykırı engelleme” başlığı altında düzenlenmiştir. Söz konusu başlığın sınırları, sadece, TBK m. 175 f. 1 hükmünü karşılamış; TBK m. 172 f. 2 hükmü, kenar başlığının sınırı dışında kalmıştır. Koşulun gerçekleşmesinin dürüstlük kuralına aykırı biçimde sağlanmasının da, “Dürüstlük Kurallarına aykırı” bir tür “engelleme” kabul edilebileceği ve bu anlamda kenar başlığının hükmün tamamını kapsayıcı olduğu bir an için düşünülebilir. Ne var ki TBK m. 175 f. 2 hükmünün eklenmesine yönelik gerekçede, “Eklenen ikinci fıkrada, taraflardan birinin, koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı biçimde sağlaması durumunda, koşulun gerçekleşmemiş sayılacağı öngörülmektedir. Gerçekten, dürüstlük kurallarına aykırılık sadece koşulun gerçekleşmesinin engellenmesinde değil, koşulun gerçekleşmesinin sağlanmasında da söz konusu olabilir.” denilmiştir. Gerekçedeki bu açıklamalar, hüküm başlığındaki “engelleme” ifadesinin, eklenen ikinci fıkradaki sağlama durumunu kapsayıcı olmadığını ortaya koymaktadır.
TBK m. 175’e göre, “ Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesine dürüstlük kurallarına aykırı olarak engel olursa, koşul gerçekleşmiş sayılır (f.1). Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı biçimde sağlarsa, koşul gerçekleşmemiş sayılır (f. 2).” Burada kanunkoyucu tarafından öngörülen bir varsayım (fiksiyon) söz konusu olduğundan, kanun tarafından varsayılarak koşulun gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi mertebesine eşit sayılan durumun aksinin ispatı mümkün olmaz. TBK m. 175 hükmü ile öngörülen varsayıma dayanan taraf, artık koşulun gerçekleştiği ya da gerçekleşmediği hususunu tartışmak zorunda değildir; o sadece diğer tarafın koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı olarak engellediğini veya sağladığını ispat yükü altındadır.
- TBK m. 175 Hükmünün Unsurları
TBK m. 175 hükmünün uygulanması için üç unsurun varlığı aranır.
- Koşulun gerçekleşmesini engelleme veya sağlama: Koşulun gerçekleşmesini engelleyecek ya da sağlayacak olan taraf koşullu işlemin tarafı olup, üçüncü bir kişi vasıtasıyla da bu fiili gerçekleştirmiş olması mümkündür. Koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması aktif bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi pasif (ihmali) bir davranışla da gerçekleştirilebilir.
- Engelleme veya sağlamanın dürüstlük kurallarına aykırı olması: TBK m. 175, dürüstlük kurallarına aykırı olarak koşulun gerçekleşmesine engel olma (f. 1) veya sağlama (f. 2) durumlarını ele almaktadır. Anılan durumların dürüst davranma bağlamında, MK m. 2 hükmü ile doğruluk ve güven kuralları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir: “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır (f. 1). Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz (f. 2).”
Taraflar koşulun gerçekleşmesine engel olabilir mi? Aybay, bu soruya kural olarak olumlu cevap verilebileceğini ifade etmekle, bunun sınırının TBK m. 175 hükmü ile anlaşılması gerektiğini şu cümlelerle aktarmaktadır: “Fakat, koşula engel olmak, tarafların ortak niyetlerine ve sözleşmenin mahiyetine göre, iyiniyet kurallarına aykırı ise, bu hareket tarzı makbul sayılmayacaktır”. Ancak koşula bağlı sözleşmenin tarafı haline gelen kimsenin, koşulun gerçekleşmesine engel olması, sıklıkla dürüstlük kuralına aykırı amacının sonucu olarak görülmektedir. Bu bakımdan koşulu engelleme ya da sağlama bir hakkın kullanılması mahiyetini taşıyor ise, hakkın kötüye kullanılması söz konusu olmadıkça dürüstlük kurallarına aykırılıktan söz edilemez. Anılan çerçevede hangi davranışın dürüstlük kuralına aykırılık teşkil ettiği somut olay özelliğine göre değişir. Dürüstlük kuralına aykırılık unsurunun bulunması, kasıtlı davranışlarla sınırlı olmayıp, ihmali bir davranışla da mümkün olabilir. Ne var ki, ortada pasif iradî koşul varsa, borçlunun bu koşulu yerine getirmemiş olması, doğruluk ve güven kurallarına aykırı bir davranış olarak nitelenemez. Dürüstlük kuralı, taraflardan birinin koşulun gerçekleşmesine imkân vermek için kendi menfaatlerini feda etmesini gerektirmez. TBK m. 175 hükmü, koşulun taraflardan birisince hukuka aykırı bir davranışla gerçekleştirilmesi durumunda da uygulanır.
- Nedensellik Bağı: Dürüstlük kuralına aykırı davranış ile koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunması gerekir.
Burada olaylar olağan akışına bırakılsaydı veya sözleşme ile koşulun gerçekleşmesi hususunda yükümlülük altına giren taraf yükümlülüğünü ihmal etmeseydi gerçekleşebilecek olan koşulun gerçekleşmemesi; dürüstlük kuralına aykırı davranış ile koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunduğuna işaret eder. Ancak olağan akışı engelleyen husus mücbir sebep gibi işlem tarafı ile ilgisiz bir nedenden kaynaklanmış ise, TBK m. 175 hükmünün uygulanması söz konusu olamaz.
- TBK m. 175 Hükmünün Uygulanmasına İlişkin Yargıtay Uygulamaları
TBK m. 175 hükmü, Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri arasında yer almakla, söz konusu hükmün uygulanması gerekli ihtilaflarda dahi göz ardı edildiği gözlemlenmektedir. İçtihat araştırmalarında, 818 sayılı BK döneminde, BK m. 154 hükmünün çeşitli vesilelerle (yerel mahkeme kararında veya taraf savunmalarında geçmesi nedeni ile) anıldığı kararlar dahi oldukça azdır. Bu bakımdan hükmün yansıdığı Yargıtay Kararları aşağıda örnek olarak sıralanmıştır:
- Avukatlık Sözleşmesinde, avukatı mahkemenin belirleyeceği avukatlık ücretinden yoksun bırakmak amacı ile vekillikten uzaklaştırma durumunda, BK m. 154 (TBK m. 175) hükmünün getirdiği çözümün gözetilmemiş olması, Yargıtay’ın bir kararında bozma sebebi olarak görülmüştür:
<<Çekişme, davanın kazanılması halinde hasmın davalı müvekkile ödeme zorunda olduğu ve sözleşme gereği avukata ait olan vekalet ücretini vekilin müvekkilinden istemede haklı olup olmadığı noktasında toplanmakta, bu husus dava konusu teşkil etmektedir. Gerçekte sözü geçen ücretin istenmesi ve borcun mevcudiyeti Borçlar Kanununun 149 uncu maddesinde belirtildiği gibi meşkuk bir hadisenin tahakkukuna yani (davanın kazanılması) şartına bağlı tutulmuştur. Taraflar arasında çıkan bu uyuşmazlığa Borçlar Kanununun 154 üncü madde buyruğu çözüm getirmektedir. Orada şartın tahakkukuna iki taraftan biri hüsnüniyet kaidelerine muhalif bir hareketle mani olursa o şart tahakkuk etmiş addolunur, denilmektedir. Hal böyle olunca, 154 üncü maddede benimsenen ilke uyarınca davalı müvekkilinin ücret sözleşmesinde benimsenen ilke uyarınca davalı müvekkilinin ücret sözleşmesinde öngörülen taliki şarta bağlı ücreti ödememek ve davacıyı bu tutardan yoksun bırakmak amacı ile ve iyi niyetle bağdaşmayan bir tutum içinde vekaletten azil yoluna gidip gitmediği araştırılarak hasıl olacak uygun sonuç çevresinde karar verilmek gerekirken eksik inceleme ile yazılı biçimde direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır >>.
- Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesinde, ferağın tapuların verilmesi koşuluna bağlandığı ve BK m. 154 (TBK m. 175) hükmü kapsamında inceleme yapılmamasının eksik inceleme olduğu gerekçesi, Yargıtay’ın bir kararında bozma sebebi olarak görülmüştür:
<<Dava, 13.06.2001 ve 18.10.2001 tarihli biçimine uygun düzenlenen taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davalı, sözleşmenin şarta bağlı olarak düzenlendiğini, sözleşmedeki şartın henüz tahakkuk etmediğini, açılan davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, dava kabul edilmiştir. Hükmü, davalı temyiz etmiştir. Davada dayanılan 18.10.2001 tarihli sözleşmenin 2. sayfasında aynen ‘inşaatın tamamlanıp tapuların tarafıma verilmesine müteakip ben de alıcısına inşaatın tamamlanmasından sonra dilediği bir tarihte … resmi ferağı vereceğimi’ sözleri bulunmaktadır. Görülüyor ki akit, meşkuk bir hadisenin tahakkukuna talik edilmiş bulunmaktadır. Gerçekten, Borçlar Kanunu’nun 149. maddesi uyarınca, bir akdin mevzuunu teşkil eden borcun mevcudiyeti meşkuk bir hadisenin tahakkukuna talik edilmiş ise o akit, şarta bağlı olarak yapılmış sözleşme olarak kabul edilir ve akit ancak şartın tahakkuku anından itibaren hüküm ifade eder. Fakat, aynı Yasa’nın 154. maddesine göre de, şartın tahakkukuna iki taraftan biri iyiniyet kuralına aykırı şekilde mani olmakta ise, o şart tahakkuk etmiş kabul edilir. Mahkemece, yukarıda değinilen yasa kuralları üzerinde durulmamış, sözleşmede kararlaştırılan şartın gerçekleşip gerçekleşmediği taraflardan bilgi alınarak ve gösterirlerse delilleri toplanılarak araştırılmamıştır. Eksik inceleme ve araştırmaya dayalı karar açıklanan nedenle bozulmalıdır>>.
- Hizmet Sözleşmesine dayalı işe iade davasına ilişkin bir Yargıtay kararında da, Yerel Mahkemece yapılan yargılama sonunda, 818 sayılı Borçlar Kanununun 154. maddesi ve aynı şekilde 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 175. maddesi kapsamında, feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verildiği ve MK m. 2 hükmü kapsamında oy çokluğu ile kararın onandığı görülmüştür. Karşı oy yazısında ise, TBK m. 175 hükmünün, yasal koşul (condictio iuris) yönünden, özel hükmün varlığı karşısında, kıyasen dahi uygulanamayacağı yönünde şu gerekçelere yer verilmiştir:
<<Medeni Kanun’un 2. maddesinin özel bir görünümü olan Türk Borçlar Kanunu’nun 175. maddesine (eski Borçlar Kanunu’nun 154. md. ) göre bir şartın gerçekleşmesine iki taraftan biri doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı davranışla engel olursa o şartın gerçekleşmiş sayılacağı öngörülmüş ise de yasada şart kavramını içeren düzenlemeler bütün olarak değerlendirildiğinde “şartın” kanun hükmünden değil, işlemi yapan tarafların irade beyanlarından kaynaklanması gerektiği açıktır. BK’da bu bağlamda düzenlenen müessese, sözleşmenin tarafların iradesiyle şarta bağlı akdedilmesi hali olup, bir kanun hükmünden doğan hukukî şart (condictio iuris) değildir ve bu kavram esasen gerçek anlamda şart da değildir (EREN, F., Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul 2006 s. 1115-1119). Eldeki uyuşmazlıkta altı aylık kıdem koşulunun dayanağı hukuksal işlem olmayıp İş Kanunu’nun 18. maddesi olduğundan ve bizatihi yasanın uygulama alanının sınırlarını çizdiğinden kıyasen dahi uygulama olanağı bulunmadığı gibi fesih hakkının kötüye kullanılması halinde aynı yasanın 17. maddesinde getirilmiş bulunan kötüniyet tazminatı hükmü dikkate alındığında özel yasada düzenleme bulunan halde genel hükümlere dayanılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmektedir>>.
- İnançlı işleme ilişkin bir Yargıtay kararında da BK m. 154 (TBK m. 175) hükmü kapsamında inceleme yapılmaması bozma nedeni olarak görülmüştür:
<<Dava, taraflar arasında akdedilmiş bulunan 29.07.2009 tarihli protokolle üstlenilen yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle bu protokolden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir. Ancak davacının şirket envanterinde kayıtlı bulunan 4 adet araç ve protokolde sözü edilen taşınmazla ilgili alacak istemleri bakımından mahkemece yapılan inceleme yeterli değildir. Şöyle ki protokolde öncesi davacının annesine ait olan taşınmazın inançlı bir temlik sözleşmesiyle davalılardan Ali Yıldırım’a devredildiği, bu taşınmaz üzerinde ipotek tesis edilmek suretiyle bankadan alınan konut kredisinin davalı şirkete kaynak olarak aktarıldığı, söz konusu kredi borcunun hisse devrinden sonra kalan taksit ödemelerinin davalılardan Cafer Kolacı ve davalı şirket tarafından üstlenildiği, kredi borcu taksitleri hitama erdiğinde (ödendiğinde) söz konusu taşınmazın davalılardan Ali Yıldırım tarafından davacıya veya davacının göstereceği kişi adına devredileceğinin kararlaştırıldığı dosyaya mübrez protokol hükümlerinden anlaşıldığı gibi bu husus gerek mahkemenin gerek tarafların kabulündedir. Davacı, davalıların protokol kredi borcunu ödeme yükümlülüğü altına giren davalı Cafer Kolacı ve davalı şirket tarafından bu edimlerin yerine getirilmemesi sebebiyle ilgili banka tarafından kredi borcunun tümünün muaccel kılınarak taşınmaz ipoteğinin paraya çevrilmesi için icra takibine girişildiğini ileri sürmüş ise de, mahkemece sözleşmede kredi borcuyla ilgili bilgi ve belgelerle varlığı ileri sürülen ipotekli takibe ilişkin dosya celbedilmeyerek sözleşme kredi taksitlerinin tümünün henüz vadesi gelmediğinden bahisle taraflar arasında mevcut protokolde taşınmazın davacıya iadesi için gereken şartın dava tarihi itibariyle gerçekleşmediğinden bahisle bu alacak talebinin reddine karar verilmiştir. Halbuki BK 154 üncü maddesi şarta bağlı borçlarda şartın tahakkukuna iki taraftan biri iyiniyet kurallarına aykırı olarak mani olursa o şartın tahakkuk etmiş addolunacağı hükmünü içermektedir. Bu durumda mahkemece davacının bu yoldaki tüm delilleri toplanarak söz konusu yasa maddesi çerçevesinde şartın tahakkuk etmiş sayılıp sayılmayacağı değerlendirilmeksizin bu alacak kesimine yönelik davanın reddi doğru olmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir>>.
- Simsarlık sözleşmesinde, TBK m. 521 f.1 gereğince, “Simsar, ancak yaptığı faaliyet sonucunda sözleşme kurulursa ücrete hak kazanır.” Görüldüğü üzere, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, simsarın ücreti hak etme zamanı asıl sözleşmenin kurulması yönündeki yasal koşula (condictio iuris) bağlanmıştır. Ancak iş sahibinin ücret borcundan kaçınmak için simsarı aradan çıkararak üçüncü kişiyle sözleşme yapması gibi durumlarda TBK m. 175 f. 1’in kıyasen uygulanmasıyla simsar ücrete hak kazanır. Nitekim iş sahibinin, dürüstlük kuralına aykırı şekilde, asıl sözleşmenin kurulmasına yönelik olarak yasal koşulun gerçekleşmesine engel olduğu durumlarda, koşul gerçekleşmiş varsayılarak, simsarın ücreti talep hakkının bulunduğu kabul edilir. Örneğin, Federal Mahkeme, simsarın gösterdiği üçüncü kişinin kurduğu bir şirket tarafından aynı sözleşmenin yapılması durumunda, simsarın ücrete hak kazanacağını kabul etmiştir.
Uygulamada iş sahibinin simsara ücret ödememek için asıl sözleşmeye taraf olmamakla birlikte arasında sıkı bağ olan diğer bir kimse ile asıl sözleşmenin kurulmasını temin etmesi sıkça karşılaşılan bir olgudur. Çoğunlukla iş sahibi ile ailevi bağları olan kimselerin (anne, baba, kardeş, eş vb.) asıl sözleşmeye taraf olarak simsarın faaliyetini sonuçsuz bıraktıkları durumlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Kanaatimizce, somut olay özelliğine göre iş sahibinin davranışı TBK m. 521 f.1’deki yasal koşulu engellemeye yönelikse ve dürüstlük kuralına aykırıysa; TBK m. 175 f. 1 hükmünün kıyasen uygulanmasıyla simsar ücrete hak kazanır. Simsarlık sözleşmesine, iş sahibinin yakınlarının asıl sözleşmeye taraf olması durumunda simsarın ücrete hak kazanacağı yönünde bir kaydın konulması, bu tür durumlar için gerekli bile değildir. Yargıtay’ın iş sahibi ile bağı olan üçüncü kişilerin asıl sözleşmeyi akdettiği hallerde ücrete hak kazanılması için psikolojik nedensellik bağı yerine mutlak olarak sözleşmede bu hususun kararlaştırılmasını araması isabetli değildir[32].
- Beğenme (tecrübe veya muayene şartıyla) koşuluyla satış sözleşmesi, TBK m. 249 hükmü ile, “alıcının satılanı deneyerek veya gözden geçirerek beğenmesi koşuluyla yapılan satış” olarak tanımlanmıştır. Böylece, beğenme koşuluyla yapılan satışta, alıcı kendi iradesiyle malı beğenmemek suretiyle kendi borcunun doğumuna engel olabilir.
Beğenme (tecrübe veya muayene şartıyla) koşuluyla satış sözleşmesine, TBK m. 175 hükmünün tatbik edilmesi mümkün görülmemektedir. Kaldı ki, dürüstlük kuralına aykırılık iddiasının ileri sürülebileceği, alıcının zımni kabulü sayılabilecek durumlar, kanun koyucu tarafından özel olarak düzenlenmiştir. Beğenme koşulunun gerçekleşmiş sayılması, TBK m. 252 f. 2’de; “Alıcının, herhangi bir çekince belirtmeksizin satış bedelinin tamamını veya bir kısmını ödemesiyle ya da satılanı deneme veya gözden geçirme amacını aşacak biçimde kullanmasıyla da beğenme koşulu gerçekleşmiş olur.” denilmek suretiyle özel olarak düzenlenmiştir.
Beğenme koşuluyla satışta alıcı, tamamen sübjektif olarak kendi isteğine göre kararını verebilmekte, reddinin sebebini veya gerekçesini açıklamaya dahi mecbur tutulamamaktadır[34]. Gerçekten, TBK m. 250 f. 1 hükmüne göre, “Beğenme koşuluyla satışta alıcı, satılanı kabul etmekte veya hiçbir sebep göstermeksizin geri vermekte serbesttir.” Bu sözleşmede belirtilen koşulun teknik anlamda koşul olmadığı da doktrinde ileri sürülmektedir; hatta alıcının yaptığı deneme veya gözden geçirmesine bile gerek olmadığı, herhangi bir gerekçe göstermeden beğenmediğini söylemesinin olanaklı olduğu kabul edilmektedir.
V. Sonuç
Koşulun gerçekleşmesi, taraflarca tayin edilmesi sırasında gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüpheli olan olgunun şimdiki zamanda olumlu koşul yönünden gerçekleşmiş ya da olumsuz koşul yönünden gerçekleşmemiş olması olayıdır.
TBK m. 175’e göre, “ Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesine dürüstlük kurallarına aykırı olarak engel olursa, koşul gerçekleşmiş sayılır (f.1). Taraflardan biri, koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı biçimde sağlarsa, koşul gerçekleşmemiş sayılır (f. 2).” Burada kanunkoyucu tarafından öngörülen bir varsayım (fiksiyon) söz konusudur. TBK m. 175 hükmü ile öngörülen varsayıma dayanan taraf, artık koşulun gerçekleştiği ya da gerçekleşmediği hususunu tartışmak zorunda değildir; o sadece diğer tarafın koşulun gerçekleşmesini dürüstlük kurallarına aykırı olarak engellediğini veya sağladığını ispat yükü altındadır. Burada olaylar olağan akışına bırakılsaydı veya sözleşme ile koşulun gerçekleşmesi hususunda yükümlülük altına giren taraf yükümlülüğünü ihmal etmeseydi gerçekleşebilecek olan koşulun gerçekleşmemesi; dürüstlük kuralına aykırı davranış ile koşulun gerçekleşmesinin engellenmesi veya sağlanması arasında uygun nedensellik (illiyet) bağının bulunduğuna işaret eder.
TBK m. 175 hükmü, Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri arasında yer almakla, söz konusu hükmün uygulanmasının gerekli ihtilaflarda dahi göz ardı edildiği gözlemlenmektedir. İçtihat araştırmalarında, 818 sayılı BK döneminde, BK m. 154 hükmünün çeşitli vesilelerle anıldığı kararlar dahi oldukça azdır.
Sonuçta, TBK m. 175 hükmünün koşula bağlı borçlarda unsurları gerçekleştiğinde doğrudan, hukukî koşulun (condictio iuris) varlığı halinde ise kıyasen uygulanma imkânı olabilmektedir. Burada sadece hükmün uygulanma alanı sözleşme ilişkileri üzerinden örneklendirilmiştir. Hangi hareketlerin dürüstlük kuralına aykırı düşeceği ve hangi hallerde TBK m. 175 hükmünün uygulama alanı bulacağı, kesin değildir; her olayı kendi özellikleri içinde ele almak gerekir. Ancak dürüstlük kurallarına aykırılık hallerinde, TBK m. 175 hükmünün unsurlarının olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti, somut olay yönünden varılacak sonucu da tamamen etkileyecek olan bir “fiksiyon”dan yararlanma imkanı bakımından büyük önem arz etmektedir.
İçeriklerimizden haberdar ol.
Hukuk bültenimize kaydol!